Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

1 Nisan 2019 Pazartesi

Kızıl Yükseliş - Alternatif Son

Bu yazım edebiyat dersinde yaptığımız yazma çalışmasının bir ürünü. Yaptığımız çalışmanın amacı bir romanı alıp sonunu tekrardan uyarlamaktı. Seçtiğim kitap size daha önce de bahsettiğim Kızıl Yükseliş. Size kafa karışıklığı yaratmamak için hikayeye geçmeden önce bazı kavramların anlamlarını veriyorum:

Darrow au Andromedus/Marslı Azrail: Mars Hanesinin Primusu, Kızıl, bakış açısından gördüğümüz karakter.

Virgina au Augustus/Kısrak: Altın, BaşValinin kızı, Minerva Hanesinin Primusu, Çakal'ın ikiz kardeşi.

Adrius au Augustus/Çakal: Altın, BaşValinin oğlu, Plüton Hanesinin Primusu, Kısrak'ın ikiz kardeşi.

Sevro au Barca: Altın, Uluyanların lideri, Darrow'un sağ kolu, "Goblin"

Uluyanlar: Darrow ve Sevro'nun emrindeki elit savaşçı grubu.

Jilet: İstediğiniz şekli almasını sağlayabildiğiniz esnek ama etkili bir silah.

                           *                                    *                                         *


“Kısrak Çakal’ın kardeşi.”
Bu üç kelime zihnimin içinde yankılanıyordu. “Kısrak Çakal’ın kardeşi.”  Kendimi Kısrak’a güvenebileceğime inandırmaya çalışıyordum. Bütün bir kışı beraber geçirmiştik, birbirimizi hayatta tutmuştuk. Oyunu beraber kazanmış, paradigmayı beraber değiştirmiştik. Onların kurallarına uymamız gerekmediğini beraber kanıtlamıştık, hatta Eo’ya ihanet etmenin acısına rağmen bir parçam ona bağlanmıştı. Kalbini ölen aşkına kaptırdığı için kendini diğer insanlara açamayan o asil şövalye olmak isterdim; ama değildim işte. Virgina’ya güvenmiştim. Çakal’ın kardeşi olduğundan neden bahsetmemişti? Pax’ın öldüğü akşam odaya girdiğinde Çakal’ı tanımasına rağmen bana hiçbir şey söylememişti. Ve ben az önce onu adamlarımın yarısıyla beraber Olimpos’un cephanesinin çoğunu eline vererek kardeşine göndermiştim. Aptalın tekiydim. Şimdi dağı elimden almak için kardeşiyle geliyordu ve onu durduracak gücüm yoktu. Oyunu kazanmak için beni kullanmıştı, ben de umursadığım tek şey kazanmak olduğu için bunu görememiştim.
“Darrow?” Sevro’nun endişeli sesi düşüncelerimden sıyrılıp gerçekliğe dönmemi sağlamıştı. Tepenin arkasındaki bir şeyi işaret ediyordu: Bir orduyu. Olimpos’lu gözetmenlerin elinden aldığımız en acımasız silahlarla kuşanmış bir ordu. Başlarında da BaşValinin çocukları Virgina ve Adrius au Augustus. Kısrak ve Çakal. Çakal Cassius’a Julian’ı benim öldürdüğümü söyleyip beni hanemden etmişti; Primusluğumu almıştı, arkadaşlarımı öldürmüştü. Çünkü onun gözünde bir tehdittim. Kısrak’sa sadece beni kullanabilmek ve daha sonrasında yıkmak için güvenimi kazanmıştı. Babalarının karımı benden alması gibi bu iki kardeş de zaferimi ve karımın hayalini elimden almıştı. İyi kalpli Virginia kazanmak için çocukluk arkadaşı Pax’ın ölümüne göz yummuştu. Eski bir atasözü armut dibine düşer demiş. Demek ki Kısrak da babası Nero au Augustus gibi insanları kandırarak güç için her şeyi yapabiliyordu.
                Şimdi daha da yaklaşmış olan orduya bakıp Apollon’dan aldığım jiletimi sıkıca kavradım. “Uluyanlar!” diye kükredim, “Kısrak bize ihanet etti ve şu an kendisi ve kardeşi Çakal’a bağlı olan ordusuyla buraya geliyor. Sayıları bizden fazla olabilir ama ne olursa olsun burayı koruyacağız. Unutmayın, biz Uluyanlarız ve bugün daha önce Altın tarihinde gerçekleştirilmemiş bir şeyi başardık. Daha önce hiçbir Enstitü’de kimse gözetmenleri deviremedi. Biz çağımızın en iyileriyiz. Zaferimizi BaşValinin çocuklarına bırakmayacağız.” Sonrasında başımı geriye attım ve çılgınca uludum. Arkamdan gelen sesler giderek arttı ve sesimiz bir kurt sürüsü gibi Olimpos’u inletti. Ben Azrail’dim ve savaşmadan gitmeyecektim. Ares’in Oğulları beni buraya yollarken bunun bir intihar görevi olduğunu söylemişti. Bu kadar ileri gelmişken pes edemezdim. Şimdi sadece birkaç metre ileride olan Kısrak’a baktım.
“Onca şeyden sonra mı?” diye sordum.
“Kardeşimin yerine seni tercih edeceğimi mi düşünmüştün?” Altın sarısı gözlerinde tüyler ürpertici bir soğukluk vardı. Tanıdığım Virginia’ya bakmıyordum, yeni bir dünyaya olan inancıyla o Kızıl kızın şarkısını söyleyen Virginia değildi bu.
“Yeni bir dünyaya inandığını sanmıştım.”
“Seni inandırmak için ne gerekirse onu yaptım.” İçimde bir şeylerin sızladığını hissettim. Tıpkı Cassius gibi Kısrak da bana ihanet etmişti. Güvenimi kullanmıştı. Peki ya cidden ihanet edilen ben miydim? Bu konuda sızlanmaya hakkım var mıydı? Cassius bana kardeşim demişti, bense onun kardeşini öldürmüştüm. Kısrak hayatımı kurtarmıştı, Sevro ve Uluyanlar sadakatlerini bana sunmuştu, Lea ve Roque onları kurtarmam için bana güvenmişti; benimse başından beri tek amacım onların üzerinde yükselip dünyalarını başlarına yıkmaktı. Antonia ve Adrius gibiler Altınların ne kadar zalim olduğunu kendi gözlerimle görmemi sağlamasaydı bu durumda olmayı hak ettiğimi söyleyebilirdim. Ama şimdi damarlarımdaki kan içimde biriken öfkeyle pompalanırken düşünebildiğim tek şey ne olursa olsun Kısrak ve Çakal’ı engellemem gerektiğiydi. Ya da denerken ölmek. Çünkü ölürsem Ares; ben ve Titus gibileri bu intihar görevine göndermeye devam edecekti. Bizim hayatımızın bir önemi yoktu. Bu davayı kazanmak için ne kadar gerekirse o kadar kayıp verecektik. Giderken götürebildiğimiz kadar kişiyi bizimle götürmek en iyi seçeneğimizdi. Eğer şimdi Çakal’ın ordusuna saldırırsam Enstitü’nün en iyileri birbirlerini katledecekti. Akım yumruğumu ve kullanmayı bilmediğim jiletimi sıkıca kavradım. Uluyanlara başımla bir işaret verdim ve çılgınca bir savaş çığlığı atarak peşimde Uluyanlarla birlikte Çakal’a doğru atıldım. Ne kadar öfkeli ve kırılmış olsam da Kısrak’a zarar veremezdim. Kendim yapamazdım. İçimde hala bir Kızıl vardı ve Virgina’nın da içinde Eo’nun şarkısını söyleyen o kızın olduğuna inanmak istiyordum. Jiletimi kabaca Çakal’ın ayağına doğru savurdum; ama tek bir eli kalmış olsa da, o el yılların verdiği tecrübeyle jileti benden daha iyi kullanıyordu. Amatör hamlemi engelledi ve benden çok daha ustaca bir şekilde jiletini savurup bacağımı biçti. Dengemi kaybederek tökezledim ve daha büyük bir öfkeyle Çakal’ın üzerine atıldım. Şimdi elimdeki jilet bir sapanOrak şeklindeydi. Bir zamanlar Mars Hanesinin kapılarına damgalanan ve Cassius au Bellona’nın yüreğine korku salan o sapanOrak şimdi Adrius au Augustus’un yüzünde sadece alaycı bir gülümseme oluşturmuştu. Sinir bozucu gülüşü ve bu kaos ortamında bile ürkütücü bir şekilde sakin olan bakışlarıyla ne kadar saklamaya çalışsa da bütün bedeninin gerildiğini görebiliyordum.
“Azrail oynamaya gelmiş.” diye mırıldandı.
SapanOrağımı başına doğru savurdum ama Çakal jiletini kırbaca çevirip sapanOrağımı yakaladı ve silahımı fırlattı. Ani bir hamleyle ayağımı çekip yere düşmeme sebep oldu.
“Marslı Azrail anlattıkları kadar da görkemli değilmiş. Sadece boyundan büyük işlere kalkışan bir çocuksun.”
Jiletini kılıca çevirdi ve sertçe karnıma sapladı. Sonra devam etti, “Ne yaptığını bildiğini sanıyorsun. Beni devirebileceğini sanıyorsun,” Olimpos’u işaret etti. “Bu küçük başarın için takdir edileceğini sanıyorsun. Aksine, çok sinirli olacaklar. Hile yaptın, üstlerini küçük düşürdün.” Jiletini biraz daha derine itti.
“Sen de hile yaptın.” diye tısladım. Sanki bunu söylemek için ne kadar aptal olmam gerektiğini düşünüyormuş gibi gülümsedi.
“Sen bir barbarsın Darrow. Ben bir politikacıyım. Farkımız bu. Benden elimi aldın, sana ne yararı oldu? Sadece beni kızdırdın Darrow. Ve bu?” Kollarını iki yana açtı. “Bunun sana hiçbir faydası olmayacak. Öleceksin Darrow. Birazdan boğazını keseceğim. Ve sonrasında ne yapacağım biliyor musun? Enstitü’yü kazanacağım ve babamın ünvanını alıp güneş sistemini ele geçireceğim. Birkaç yıl içinde Octavia au Lune bile bana bağlı olacak. Elimi alman bana hiçbir şey ifade etmiyor Darrow.” Bir şeyler söylemek istedim ama bütün vücuduma yayılan ılık kan konuşmamı engelliyordu. Yavaşça yüzüme doğru eğildi ve o altın sarısı gözlerinde vahşice bir şeyler gördüm.
“Hikaye böyle bitiyor Darrow,” dedi. “Öfken ya da çığlıklarınla değil, sessizliğinle.” Derin bir nefes aldım. Sonunda huzur bulacaktım. Onca şeyden sonra Vadi’ye, Eo’nun ve babamın yanına gidiyordum. Sonunda mutlu olacaktım. Elimi göğsümdeki hemantusuma koydum. Hissettiğim son şey Çakal’ın jiletinin boğazımı parçalayışı oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder