Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

14 Nisan 2019 Pazar

Karanlık Çağ- Giriş, 2. Kısım


                Aaron oturduğu ağacın tepesinden pazar yerindeki kalabalığı süzdü. Şanslı günündeydi. Ne kadar çok insan o kadar az dikkat demekti, bir o kadar da ganimet. Pelerinini örtüp oturduğu daldan aşağı atladı. Dikkat çekmemeye çalışarak pazar yerine karıştı.
İşte başlıyoruz.
İnsanlar pazarcılarla kavga etmek ve birbirlerine çarpmamaya çalışmakla o kadar meşguldü ki kimse Aaron’ın ceplerine girip çıkan ve ne var ne yok her şeyi alan ellerini fark etmiyordu. Ayakları dans eder gibi hareket ediyor ve elleri cepten cebe, tezgâhtan tezgâha dolaşıyordu. Bu onun olayıydı. Hayatı boyunca insanlar onu görmezden gelmişti, bu da Aaron’a harika bir hırsız olabilmek için ihtiyacı olan her şeyi vermişti. İnsanlar onu görmüyor, görmek istemiyordu. Hayatın boyunca insanlar onun hakkında hep aynı şeyleri düşünmüştü:
    Fırıncının işe yaramaz oğlu geliyor! Bu defa nelere bulaştı acaba? Bana kalsa en başından evime almazdım. Hiçbir şeyi başarabildiği yok, yemek verdikleri için bile şükretmesi gerek!
Ama Aaron zamanla bunlara kulak asmamayı öğrenmişti. Çünkü başkalarının sözleri ona yalnızca zarar veriyor, onu olmadığı birine dönüştürüyordu, değersiz birine. Ama Aaron bu değildi, hiçbir zaman değersiz ya da önemsiz olmamıştı ve insanların bunu elinden almasına izin vermeye hiç niyeti yoktu. Bir ara sokağa çıkıp topladıklarına baktı ve gülümsedi.
“Bugün şanslı günümdeyim…”

*                                                    *                                                            *
              
          Evin içinden gelen kırılan cam sesini duyduğunda içeri geri dönmek için içinde büyük bir dürtü oluştu. Ama bunun yerine kardeşini kendine çekip sarıldı. Sonra geri çekilip yüzüne baktı.
“Gidip diğer çocuklarla oynamak ister misin?”
Rosie kendini bildi bileli böyle olurdu. Babası içip kendini kaybeder ve annesi de Rosie ve kardeşini babalarının kustuğu nefretten korumaya çalışırdı. İşin sonu genelde pek iyi bitmezdi. Babaları bütün öfkesini annelerinden çıkartırdı. Rosie’nin annesi gibi bir şifacı olmasının sebebi de buydu. Annesine yardım etmek için yapabileceği tek şey bir şifacı olmak ve kardeşini elinden geldiğince korumaktı. O da bunu yapıyordu. Jane’i evden uzaklaştırıp arkadaşlarının yanına götürdüğünde en azından üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini düşünüyordu, ama içinden daha yüksek bir ses annesinin yanına dönüp yardım etmesi gerektiğini söylüyordu. Geri dönerse ne olabileceğini düşündü. Annesini koruyabilse bile kendisini babasından koruyamazdı. Kardeşini de yalnız bırakmış olurdu. Aklında canlanan korkunç sahneleri gözünün önünden silmek için başını iki yana salladı ve arkadaşlarının yanında oynayan Jane’e baktı.
En azından birimiz mutlu, diye düşündü. Kardeşini arkadaşlarıyla beraber izlemek hoşuna gidiyordu. Rosie’nin çok fazla arkadaşı yoktu. Kendi yaşındakilerle pek anlaşamazdı, ama kardeşi yanında olduğu sürece başka birine de ihtiyaç duyduğu söylenemezdi. Birbirlerini mutlu ediyor ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Mükemmel ekip.

*                                         *                                                     *

Sağ. Sol. Geriye. Yana. Başını koru!
Osias başına yediği darbenin etkisinden çıkmaya çalışırken kulaklarında bunlar çınlıyordu. Darbenin etkisiyle yere düşmüştü ve kılıcı da birkaç metre uzağa fırlamıştı. Miğferini çıkarıp kenara fırlattı ve başında dikilen abisine baktı.
“Çok yavaşsın.”
Abisinin uzattığı eli görmezden gelerek ayağa kalktı. Kılıcı ve miğferini yerden alıp dövüşmeye hazır bir şekilde abisine baktı.
“Hile yaptın.”
“Yapmadım, sen yavaşsın.”
“Tekrar yapalım.” dedi Osias. Abisine yenilmekten nefret etmesine rağmen bunu engelleyemiyordu. Her konuda onun arkasında kalıyordu.
“Bir dahakine Ozzy. Bugünlük bu kadar.”
Ozzy. Bu lakaptan nefret ediyordu. Ozzy. Ona sadece babası ve abisi için ne kadar kolay lokma olduğunu hatırlatıyordu. En kötü yanı verebileceği bir karşılık yoktu. Onlara kıyasla Osias hiçbir şeydi. Abisinin gidişini izlerken sinirli bir şekilde kılıcını yere sapladı.
“Bir gün… beni hafife aldığına pişman olacaksın.” diye mırıldandı kendi kendine. Kılıcını yerden alırken babasının hayal kırıklığı dolu bakışlarını üzerine hissetti. Her zamanki gibi.
Yavaş.
Zayıf.
Yetersiz.
Korkak.
Herkesin ikinci tercihi.
Sanki zihnindeki seslerin susmasını engelleyecekmiş gibi kendini odasına atıp kapıyı kapattı.

*                                                            *                                                            *

Başının arkasına yediği darbe bir anlığına gözlerini kararttı. Dikkatini toplamaya çalışırken aldığı başka bir darbe de dengesini bozdu ve birkaç saniye içinde kendini çamurun içinde buldu. Dişlerini sıktı, durumu bir şekilde kendi lehine çevirmesi gerekiyordu. Ani bir dönüşle kafasına yemek üzere olduğu tekmeyi engelledi. Rakibi ona nefeslenmesi için birkaç saniye vermişti. Bu büyük bir hataydı, tecrübesiz birisinin yapacağı türden bir hata. Bir acemiyle uğraşıyordu. Duraksamasından yararlanıp ayağını çocuğun ayağına kenetledi, kendine doğru çekti ve onu yere devirdi. Zaman kaybetmeden ayağa fırladı. Vahşice sırıttı, üstünlüğü kazanmıştı; rakibinin yüzündeki panik ifadesi de cabasıydı. Karşı koymayacaksa devam etmenin bir anlamı yoktu. Rakibini bıraktı ve onları izleyenlere döndü,
“Bana gerçekten dövüşmesini bilen birini gönderin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder