Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

30 Nisan 2019 Salı

Bülbül'ü Öldürmek



“Yalnızca tek bir tür insan varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba harcayarak birbirlerini aşağılıyorlar?”

Dünya edebiyatında büyük bir iz bırakmış olan Bülbülü Öldürmek’i hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. Kitabın bu kadar bilinmesinin sebeplerinden biri de Harper Lee’nin neredeyse tek romanı olması. Harper Lee 2015 yılına kadar yayınlamadığı kitabı olan Tesbih Ağacının Gölgesinde’yi Bülbül’ü Öldürmek’ten önce yazdığı halde 55 yıl sonra yayınlamaya karar vermiş. Bülbül’ü
Öldürmek her ne kadar Tesbih Ağacının Gölgesinde’nden sonra yazılmış olsa da kronolojik olarak diğer kitaptan 20 yıl önce geçiyor. Sahip olduğu bu büyük ünü yüzünden, başlarken çok daha farklı şeyler beklediğim bir kitaptı. Kafamda büyüttüğümün aksine Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın güneyindeki Maycomb adında ufak bir kasabada yaşayan “Scout” adındaki bir kızın küçüklüğünü anlatıyor.

Hayatındaki otorite figürlerinin ne kadar sinirlerine dokunsa da Scout 40’lı yıllarda normal bir kız çocuğu gibi değil. Abisi Jem’in, komşusu Dill’in etkisi ve babası Atticus’un çoğu diğer yetişkin gibi baskıcı biri olmaması Scout’a hayatını istediği şekilde yönlendirmek konusunda bir özgürlük sağlamış. Bu sayede kendini korumayı da öğrenen Scout sinirlerini kontrol etmekte zorlandığı için çoğu zaman kavgalara karışıp başına da bela alıyor. 6 yaşındaki bir kız için baya renkli bir hayatı var diyebiliriz.

“Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği.”

Hikaye bir noktaya kadar çok sakin geçiyor ve ilk defa okula giden Scout’un büyümesini anlatıyor. Abisi Jem ve komşuları Dill’le sokağın karşısında oturan Arthur “Öcü” Radley’e ettikleri işkencelerden, ağaç kovuğunda buldukları gizemli hediyelerden, örtüsünün altında sakladığı tabancasıyla korkutucu ve sinir bozucu Bayan Dubose’a kadar bütün kasabayı tanıyorsunuz ve herkesin hikayelerini öğreniyorsunuz. Bu sırada, avukat olan babası Atticus’a çok zorlu bir dava veriliyor. Yargıç Taylor, Atticus’a Mayella ve Bob Ewell’ın suçlamalarına karşı bir zenci olan Tom Robinson’ın savunmasını veriyor. 40’lı yıllarda Amerika’nın güneyindeki ufak bir kasabada yaşayan sıradan bir adam için, Atticus’un insanlara bakış açısı çok farklı. Jem ve  Scout’u her şeyin en doğrusuna göre büyütmeye çalışan Atticus için insanlar siyahlar ve beyazlar olarak ayrılmıyor, herkes birbiriyle aynı değere sahip. Bu bakış açısı ve aldığı yeni dava yüzünden insanlar Atticus’un “zenci hayranı” olduğunu söyleyerek karalamaya çalışıyor. Atticus bu konuyu kendisi için önemsemese de Scout ve Jem’i etkilemesinden korkuyor. Yaklaşık 2,5 yıl boyunca bekletilen dava günü gelip çattığında, Tom Robinson’ın davası bütün kasabanın ilgi odağı oluyor. Herkes davayı Bob Ewell’ın kazanacağını bilse de Atticus temiz kalbi ve zekasıyla jüriyi ikileme sokmayı başarıyor.

                Kitabı elime ilk aldığımda en çok merak ettiğim şey adını nereden aldığıydı. Kitabın bir noktasında Scout ve Jem’e Noel hediyesi olarak birer tüfek geliyor ve Atticus onlara teneke kutulara ateş etmelerini tercih ettiğini, bülbülü öldürmenin günah olduğunu söylüyor. Bu mecaz ilk kez burada karşımıza çıkıyor ve sizi düşündürüyor. Çünkü Atticus’un bülbülü öldürmenin günah olduğunu söylemesinin sebebi bülbüllerin güzel şarkılar söyleyip günü güzelleştirmekten başka bir şey yapmadığını, bize bir zararları dokunmadığını söylüyor. O halde bülbül kimi temsil ediyor? Bülbül hikaye boyunca masumları, haksızlığa uğrayanları temsil ediyor. Tom Robinson’ı, Arthur Radley’i temsil ediyor. Bütün kasabanın hakkında uydurduğu asılsız söylentilere ve kendi kafalarında kurdukları kötü şöhretine karşı Arthur Radley temiz kalpli bir adam olduğunu kanıtlıyor.

“Bu bülbülü öldürmek gibi bir şey olurdu, öyle değil mi?” diyor Scout masum bir adamın iyi niyetle yaptığı bir hareketten ceza çekmesini düşünürken.

“Sonra onun peşine düştüler, asla yakalayamadılar çünkü onun neye benzediğini bilmiyorlardı ve Atticus, sonunda onu gördükleri zaman anladılar ki aslında o şeylerin hiçbirini o yapmamıştı… Atticus, o gerçekten iyi bir çocuktu…”

Maycomb’daki çoğu insanın, dedikoducu Bayan Stephanie Crawford gibilerinin aksine Atticus bir insanı yargılayabilmek için önce onu anlamak gerektiğini; bunun için de olaylara ve hayata onun gözlerinden bakmak gerektiğini söylüyor sürekli. Sonunda Radleylerin avlusunda dikilen Scout, Atticus’un bu öğretisinin gerçekten ne anlama geldiğini anlıyor. Kitapta olan onca güzel sahneye rağmen Scout’ın bu aydınlanma anı benim için kitabın en güzel sahnesiydi. Yaşanan onca şeyden sonra kitabın sonunda gözlerinizi dolduran bir an bu aydınlanma anı.

Bülbülü Öldürmek’in verdiği bir mesaj varsa bence bu insanların gerçekten de aynı ama farklı olduğu. Hepimiz insanız; hepimizin duyguları, düşünceleri, istekleri var. Bizi farklı yapan şeyler derimizin rengi, doğduğumuz ırk gibi şeyler değil. Bizi birbirimizden ayıran şey hayatımızı nasıl şekillendirdiğimiz ve nasıl bir insan olduğumuz. Kendi çıkarımız için herkesi hor gören saksağanlar mı olacağız, yoksa iyi kalpli bülbüller mi?

“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder