Hakkında hiçbir şey bilmezken bile adını duyduğunuzda ya da
kapağına baktığınızda içinizi kıpır kıpır eden kitaplar oldu mu hiç? Sadece var
olmasıyla ortama güçlü ve gizemli bir enerji yayan kitaplar? Bana böyle
hissettiren birkaç kitap oldu, bunlardan biri de şimdi size bahsedeceğim “Kızıl
İsyan” serisi. İlk kitabı olan Kızıl Yükseliş kimsenin nereden geldiğini
bilmediği bir şekilde kitaplığımızda bekliyordu ve evdeki bir kişi bile
kapağını açmamıştı. Belki az önce bahsettiğim gizem havasını yaymasının sebebi
kitabın eve nasıl geldiğini bilmememizden kaynaklanıyordur ama her ne sebep
oluyorsa uzun bir süre boyunca kitaplıkta duran kitabı garip bir hayranlık
duyarak izlememi sağladı. Arada sırada kitabı elime alıp içini açmadan konusunu
tahmin etmeye çalışıyordum, serinin yazarı Pierce Brown da kitabın arka
kapağını öyle bir tasarlamış ki arka kapağa bakmak kitabın üzerimde bıraktığı
gizemli etkiyi arttırıyordu:
“Ben dünyaları ateşe verecek kıvılcımım. Ben
zincirleri kıracak çekicim. Ben halkımın ve esaret içinde yaşayan herkesin
umuduyum. Çünkü biliyorum ki insan kendini köleleştiren adaletsizlikle
özgürleşemez.”
Şimdi sizde de o gizemli havayı bırakmayı başardı mı? Yazıya
başlarken bahsettiğim o heyecanı hissediyor musunuz? Çünkü ben ne zaman bu
kitabı elime alsam aynen böyle hissediyordum. Sanki elimde çok önemli bir şey
tutuyormuşum gibi bir heyecan bütün vücudumu kaplıyordu ve ne kadar merak etsem
de sanki yasaklıymış gibi asla ilk sayfasını açıp bakamıyordum. Bu durum
kitabın varlığı annemin dikkatini çekene kadar devam etti. Kitabı önce annem
okudu, sonra da babam, en son da ben. Üzerimde garip bir etkisi olan kitap aynı
etkiyi ailemin üstünde de bırakmıştı ve ailecek Kızıl Yükseliş’in o gizemli
büyüsüne kapılıyorduk. Dürüst olmak gerekirse kitabın dışarıdan bakıldığında
bile benim için bu kadar etkileyici olması gerçeği ve kapağını ne zaman açsam
içimi heyecanla doldurması bir süre kitabı okumama engel oldu. Ama bir kere
Pierce Brown’ın yarattığı dünyaya çekildiğinizde kendinizi Kızıllar, Pembeler,
Kahverengiler, Morlar ve Altınlar’dan oluşmuş bir çukurun dibinde buluyorsunuz
ve yüzeye çıkmanız neredeyse imkânsız hale geliyor.
“Benim gibi adamların zayıf
olduğunu düşünüyordu. Onun gözünde aptaldım, beceriksizdim ve hatta yeterince
insan bile değildim. Saraylarda büyümemiştim. Çayırlarda at sürmemiş, sinekkuşu
dili yememiştim. Bu sert dünyanın bağırsaklarında işlenmiştim. Nefretle
keskinleşmiştim. Sevgiyle güçlenmiştim. Yanılıyordu. Hiçbiri hayatta
kalamayacaktı.”
Okulumuzun
kuralları var. Ülkemizin, yaşadığımız dünyanın kuralları var. Var olan her şey
kendi içinde bir düzene sahip. Pierce Brown’ın kurduğu bu dünyanın düzenineyse
Toplum deniyor. Toplum’un kuralları basit: Güçlüler hükmeder, güzel
yerlerde yaşar; zayıflarsa itaat eder ve kendilerine verilenlere şükreder. Kimin
zayıf olduğuna kim karar veriyor? sorusunu sorduğunuzu duyabiliyorum. Tabii
ki buna da her şey gibi güçlüler yani Altınlar karar veriyor. Altınların
yüzyıllar boyunca kendilerini yükselterek yarattıkları kast sistemi Toplum’un
temelini oluşturuyor. Herkesin en başında da Hükümdar var. Sistemin en altında Kızıllar geliyor;
daha sonra da Pembeler, Obsidiyenler, Kahverengiler, Griler, Turuncular,
Morlar, Yeşiller, Sarılar, Maviler, Bakırlar, Beyazlar, Gümüşler ve en son
da Altınlar. Her rengin bir görevi var ve hiçbir renk kendilerine
belirlenmiş hayattan başkasını yaşayamaz. Peki ya biri “daha fazlası için”
yaşamak isterse? Toplum’un ona çizdiği sınırların dışına çıkmak isterse?
Böylece de Altınların en büyük korkularından biri doğuyor: Ares’in Oğulları.
“Hala savaşıyoruz. Ancak ölenlerin intikamı için
savaşmıyoruz. Birbirimiz için savaşıyoruz. Yaşayanlar için savaşıyoruz. Henüz
doğmamış olanlar için savaşıyoruz.”
Ares’in
Oğulları, sadece özgürlüklerini istedikleri ve köle olmaktan bıktıkları için
Altınların gözünde bir terörist örgütü olan bir grup reformcu. İyi kalpli bir
adamın hayallerinden doğmuş ve yüzlerce insanın özgürlük arzusuyla alevlenmiş
bir fikir Ares’in Oğulları. Ana karakterimiz olan Darrow da daha fazlası için
yaşamak isteyen karısı Eo yüzünden bu fikrin merkezine çekiliyor.
Heyecanı
kaçırmamak için daha ilerdeki olaylardan çok fazla bahsetmek istemiyorum, o
yüzden tekrardan dönüp Pierce Brown’ın yarattığı dünyaya bakalım. Her ne kadar
distopik bir dünyada geçen bir bilim kurgu romanı olsa da Kızıl Yükseliş’in
dünyası şu an içinde bulunduğumuz dünyaya bazı açılardan çok benziyor.
Dünyayı güçlüler
yönetse de, güçlülerin içinden çıkacak bir zayıf bütün Toplum’u çökertebilir.
Burada da Altınların gelenekleri ve okulları devreye giriyor. 16 yaşına
bastıklarında girdikleri bir sınavla sadece ailelerin en güçlüleri olduğuna
inanılan 1200 çocuk birden “Enstitü” adını verdikleri bir okula gidiyor.
Enstitü hayatları boyunca peşlerinde hizmetkârlar koşturmuş olan ve çay
partileri ve kitaplardan başka bir şey bilmeyen çocuklara gerçek hayatı
öğretmek üzerine tasarlanmış bir okul.
“Siz yara izi taşımayan çocuklar, hiçbir şeyi hak
etmiyorsunuz. Siz acıyı bilmiyorsunuz. Atalarınızın sizi bu seviyeye çıkarmak
için neleri feda ettiğini bilmiyorsunuz. Ama yakında öğreneceksiniz. Yakında
size neden Altınların insanoğluna hükmettiğini öğreteceğiz. Ve size söz
veriyorum ki aranızda sadece güce sahip olabilenler hayatta kalacak.”
Enstitü asıl hikâyeye sadece bir giriş olsa da üçlemeyle
ilgili en sevdiğim kısımlardan bir tanesi. Çünkü hikaye boyunca gördüğümüz
bütün ilişkilerin temeli Enstitü’de atılıyor. Karakterlerin arasındaki bağlar
burada oluşuyor ve karakterler burada dostluğu, sevgiyi, ihaneti, nefreti, kini
ve sadakati öğreniyorlar. Daha henüz 16 yaşında olmanın verdiği bir saflıkla
birbirleri için yaptıkları fedakârlıklar daha sonraki kitaplarda daha da önemli
hale geliyor.
Sadede
gelmek gerekirse Pierce Brown şu ana kadar okuduğum en güzel ve en orijinal
kurgusal evrenlerden bir tanesini kurmuş. Her kitap birbirinden de heyecanlı
bir şekilde bitiyor ve 3. Kitabın sonuna geldiğinizde içinizi garip bir
sıcaklık kaplıyor. Bitirdiğinizde her karakterle ayrı bir şekilde bağlanmış
oluyorsunuz ve bir parçanız hala yolculuk boyunca daha fazlası için yaşamak
hayaliyle ölenlerin yasını tutuyor. Kızıl İsyan insanlığın başlangıcından beri
hepimizin bir parçası olan özgürlük isteğinden doğan bir hikaye. Tarih boyunca
çıkan köle ayaklanmalarının hepsini temsil eden bir hikaye. Bilim kurgu ve
fantastik kurguyu birleştiren bu üçlemeye bir şans vermezseniz birkaç şey
kaybedebilirsiniz.
Zincirleri kırın.
Oyyy teyzesinin gülü. Annenlere selam söyle 😗
YanıtlaSil