Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

19 Şubat 2019 Salı

Beyaz Diş


“Bomboş ve maddiydi bu dünya. Kaba, sert, acımasız ve soğuktu. Sevgiden, okşamadan, sevecenlikten eser yoktu bu dünyada.”
Teknolojisi ve silahlarıyla insanın zincirin en tepesinde olduğu bu dünyada hiç diğer canlıların hakkımızda ne düşündüğünü merak ettiniz mi? Dünyayı onların bakış açısından görmeye çalışmak mesela, hayvanlarla empati kurmak. Jack London Beyaz Diş’i yazarken empati kavramının sınırlarını öyle zorlamış ki içinizden Rick Riordan’ın, Jack London’ın Lupa tarafından yetiştirildiği iddiasına kulak vermek geliyor. Rick Riordan’ın kitaplarını okumadıysanız ya da mitolojiye ilginiz yoksa Lupa’nın kim olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Mitolojiye göre Lupa, Roma’nın kurucuları olan Romulus ve Remus adlı iki kardeşi besleyip yetiştiren bir dişi kurt. Rick Riordan da Yunan ve Roma mitolojisi odaklı kitaplarında Lupa’dan bahsederken Jack London’ın Beyaz Diş’te kurtlara karşı yaptığı empatiye gönderme yapmadan edememiş.
                Kitap dünyayı size kurtların gözünden sunuyor. Ana karakterimiz olan Beyaz Diş dünyaya geldiği andan itibaren dünyayı onun gördüğü gibi görüyorsunuz: sonsuz ve büyüleyici bir bilinmezlikler diyarı. Doğduğu mağaradan hiç ayrılmamış olan Beyaz Diş’in dünyayı keşfederken öğrenmesi gereken o kadar çok ders var ki bazen hikayeye müdahale edip ona yol göstermek istiyorsunuz. Ama sonuçta yeni doğmuş bir enik sansarların tehlikeli hayvanlar olduğunu yaşamadan nasıl öğrenebilir ki? İçgüdüleri bile henüz o kadar gelişmemişken Beyaz Diş’in ilk öğrendiği duygulardan biri korku oluyor, daha sonra da güven geliyor. Yaşadığı ufak çaplı maceralardan sonra güvenebileceği tek kişinin annesi olduğunu öğreniyor beyaz enik.
                Geçmişte insanlar açıklayamadıklarını, gücü olan her şeyi tanrılaştırmış ve sonsuz kudrete sahip olduklarına inanmış. Beyaz Diş ve diğer hayvanlar da insana böyle bakıyor kitapta; her şeyi yapabilen, sonsuz bir güç ve kudrete sahip olan bir tanrı gibi. Çünkü insan ateş yakar, yiyecek verir, cezalandırır. Bir tanrıdan başka kim bunları yapabilir ki? Beyaz Diş de insanın tanrı olduğuna kanaat getiriyor.
“İnsanlara göre tanrılar nasıl mucizeler yaratırsa, insanlar da Beyaz Diş’in bulanık anlayışına göre öyleydi. Onlar efendiydi; bilinmeyenin her türlüsünün ve imkânsız güçlerin sahibi, canlı olan ve olmayan her şeyin hâkimiydiler. Hareket eden şeylere boyun eğdiriyor, duran şeyleri hareket ettiriyor, kuru odunlarla ölü yosunlara can vererek onlardan güneş renkli, yakıcı ve ısırıcı canlıyı üretiyorlardı. Ateş yakanlardı onlar! Tanrıydılar!”
Beyaz Diş tanrılarını memnun etmek için elinden geleni ardına koymuyor. Tanrılarla geçirdiği zaman boyunca bir sürü şey öğreniyor. Ama uzun bir süre boyunca çabalarına karşılık tanrılardan gelen neredeyse her tepki sert ve acımasızca oluyor. Beyaz Diş tanrıların birbirlerini tatmin etme isteği yüzünden oradan oraya sürükleniyor, satılıyor, hırpalanıyor, uzun bir süre sonra kendine “iyi tanrısını” bulana kadar hissettiği tek şey hayal kırıklığı ve öfke oluyor. “İyi tanrısı” tanrıların nasıl olması gerektiğini göstererek sahip olduğu tek his öfke olan ve tekrar vahşileşmiş olan Beyaz Diş’in kendine bağlanmasını sağlıyor, öyle ki Beyaz Diş doğduğu toprakları bırakıp tanrısının peşinden gitmeye karar veriyor. Özellikle hayvan sever biriyseniz bir kurdun bilinmezlikten sevgiye olan bu yolculuğunu kaçırmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder