“Bomboş ve maddiydi bu dünya. Kaba, sert, acımasız ve
soğuktu. Sevgiden, okşamadan, sevecenlikten eser yoktu bu dünyada.”
Teknolojisi ve silahlarıyla
insanın zincirin en tepesinde olduğu bu dünyada hiç diğer canlıların hakkımızda
ne düşündüğünü merak ettiniz mi? Dünyayı onların bakış açısından görmeye
çalışmak mesela, hayvanlarla empati kurmak. Jack London Beyaz Diş’i yazarken
empati kavramının sınırlarını öyle zorlamış ki içinizden Rick Riordan’ın, Jack
London’ın Lupa tarafından yetiştirildiği iddiasına kulak vermek geliyor. Rick
Riordan’ın kitaplarını okumadıysanız ya da mitolojiye ilginiz yoksa Lupa’nın
kim olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Mitolojiye göre Lupa, Roma’nın kurucuları
olan Romulus ve Remus adlı iki kardeşi besleyip yetiştiren bir dişi kurt. Rick
Riordan da Yunan ve Roma mitolojisi odaklı kitaplarında Lupa’dan bahsederken
Jack London’ın Beyaz Diş’te kurtlara karşı yaptığı empatiye gönderme yapmadan
edememiş.
Kitap
dünyayı size kurtların gözünden sunuyor. Ana karakterimiz olan Beyaz Diş
dünyaya geldiği andan itibaren dünyayı onun gördüğü gibi görüyorsunuz: sonsuz
ve büyüleyici bir bilinmezlikler diyarı. Doğduğu mağaradan hiç ayrılmamış olan
Beyaz Diş’in dünyayı keşfederken öğrenmesi gereken o kadar çok ders var ki
bazen hikayeye müdahale edip ona yol göstermek istiyorsunuz. Ama sonuçta yeni
doğmuş bir enik sansarların tehlikeli hayvanlar olduğunu yaşamadan nasıl öğrenebilir
ki? İçgüdüleri bile henüz o kadar gelişmemişken Beyaz Diş’in ilk öğrendiği
duygulardan biri korku oluyor, daha sonra da güven geliyor. Yaşadığı ufak çaplı
maceralardan sonra güvenebileceği tek kişinin annesi olduğunu öğreniyor beyaz
enik.
Geçmişte
insanlar açıklayamadıklarını, gücü olan her şeyi tanrılaştırmış ve sonsuz
kudrete sahip olduklarına inanmış. Beyaz Diş ve diğer hayvanlar da insana böyle
bakıyor kitapta; her şeyi yapabilen, sonsuz bir güç ve kudrete sahip olan bir
tanrı gibi. Çünkü insan ateş yakar, yiyecek verir, cezalandırır. Bir tanrıdan
başka kim bunları yapabilir ki? Beyaz Diş de insanın tanrı olduğuna kanaat
getiriyor.
“İnsanlara göre tanrılar nasıl mucizeler yaratırsa,
insanlar da Beyaz Diş’in bulanık anlayışına göre öyleydi. Onlar efendiydi;
bilinmeyenin her türlüsünün ve imkânsız güçlerin sahibi, canlı olan ve olmayan
her şeyin hâkimiydiler. Hareket eden şeylere boyun eğdiriyor, duran şeyleri
hareket ettiriyor, kuru odunlarla ölü yosunlara can vererek onlardan güneş
renkli, yakıcı ve ısırıcı canlıyı üretiyorlardı. Ateş yakanlardı onlar!
Tanrıydılar!”
Beyaz Diş tanrılarını memnun etmek için elinden geleni
ardına koymuyor. Tanrılarla geçirdiği zaman boyunca bir sürü şey öğreniyor. Ama
uzun bir süre boyunca çabalarına karşılık tanrılardan gelen neredeyse her tepki
sert ve acımasızca oluyor. Beyaz Diş tanrıların birbirlerini tatmin etme isteği
yüzünden oradan oraya sürükleniyor, satılıyor, hırpalanıyor, uzun bir süre
sonra kendine “iyi tanrısını” bulana kadar hissettiği tek şey hayal kırıklığı
ve öfke oluyor. “İyi tanrısı” tanrıların nasıl olması gerektiğini göstererek
sahip olduğu tek his öfke olan ve tekrar vahşileşmiş olan Beyaz Diş’in kendine
bağlanmasını sağlıyor, öyle ki Beyaz Diş doğduğu toprakları bırakıp tanrısının
peşinden gitmeye karar veriyor. Özellikle hayvan sever biriyseniz bir kurdun
bilinmezlikten sevgiye olan bu yolculuğunu kaçırmayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder