Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

23 Şubat 2019 Cumartesi

Kızıl İsyan


Hakkında hiçbir şey bilmezken bile adını duyduğunuzda ya da kapağına baktığınızda içinizi kıpır kıpır eden kitaplar oldu mu hiç? Sadece var olmasıyla ortama güçlü ve gizemli bir enerji yayan kitaplar? Bana böyle hissettiren birkaç kitap oldu, bunlardan biri de şimdi size bahsedeceğim “Kızıl İsyan” serisi. İlk kitabı olan Kızıl Yükseliş kimsenin nereden geldiğini bilmediği bir şekilde kitaplığımızda bekliyordu ve evdeki bir kişi bile kapağını açmamıştı. Belki az önce bahsettiğim gizem havasını yaymasının sebebi kitabın eve nasıl geldiğini bilmememizden kaynaklanıyordur ama her ne sebep oluyorsa uzun bir süre boyunca kitaplıkta duran kitabı garip bir hayranlık duyarak izlememi sağladı. Arada sırada kitabı elime alıp içini açmadan konusunu tahmin etmeye çalışıyordum, serinin yazarı Pierce Brown da kitabın arka kapağını öyle bir tasarlamış ki arka kapağa bakmak kitabın üzerimde bıraktığı gizemli etkiyi arttırıyordu:

“Ben dünyaları ateşe verecek kıvılcımım. Ben zincirleri kıracak çekicim. Ben halkımın ve esaret içinde yaşayan herkesin umuduyum. Çünkü biliyorum ki insan kendini köleleştiren adaletsizlikle özgürleşemez.”

Şimdi sizde de o gizemli havayı bırakmayı başardı mı? Yazıya başlarken bahsettiğim o heyecanı hissediyor musunuz? Çünkü ben ne zaman bu kitabı elime alsam aynen böyle hissediyordum. Sanki elimde çok önemli bir şey tutuyormuşum gibi bir heyecan bütün vücudumu kaplıyordu ve ne kadar merak etsem de sanki yasaklıymış gibi asla ilk sayfasını açıp bakamıyordum. Bu durum kitabın varlığı annemin dikkatini çekene kadar devam etti. Kitabı önce annem okudu, sonra da babam, en son da ben. Üzerimde garip bir etkisi olan kitap aynı etkiyi ailemin üstünde de bırakmıştı ve ailecek Kızıl Yükseliş’in o gizemli büyüsüne kapılıyorduk. Dürüst olmak gerekirse kitabın dışarıdan bakıldığında bile benim için bu kadar etkileyici olması gerçeği ve kapağını ne zaman açsam içimi heyecanla doldurması bir süre kitabı okumama engel oldu. Ama bir kere Pierce Brown’ın yarattığı dünyaya çekildiğinizde kendinizi Kızıllar, Pembeler, Kahverengiler, Morlar ve Altınlar’dan oluşmuş bir çukurun dibinde buluyorsunuz ve yüzeye çıkmanız neredeyse imkânsız hale geliyor.

“Benim gibi adamların zayıf olduğunu düşünüyordu. Onun gözünde aptaldım, beceriksizdim ve hatta yeterince insan bile değildim. Saraylarda büyümemiştim. Çayırlarda at sürmemiş, sinekkuşu dili yememiştim. Bu sert dünyanın bağırsaklarında işlenmiştim. Nefretle keskinleşmiştim. Sevgiyle güçlenmiştim. Yanılıyordu. Hiçbiri hayatta kalamayacaktı.”

                Okulumuzun kuralları var. Ülkemizin, yaşadığımız dünyanın kuralları var. Var olan her şey kendi içinde bir düzene sahip. Pierce Brown’ın kurduğu bu dünyanın düzenineyse Toplum deniyor. Toplum’un kuralları basit: Güçlüler hükmeder, güzel yerlerde yaşar; zayıflarsa itaat eder ve kendilerine verilenlere şükreder. Kimin zayıf olduğuna kim karar veriyor? sorusunu sorduğunuzu duyabiliyorum. Tabii ki buna da her şey gibi güçlüler yani Altınlar karar veriyor. Altınların yüzyıllar boyunca kendilerini yükselterek yarattıkları kast sistemi Toplum’un temelini oluşturuyor. Herkesin en başında da Hükümdar var.  Sistemin en altında Kızıllar geliyor; daha sonra da Pembeler, Obsidiyenler, Kahverengiler, Griler, Turuncular, Morlar, Yeşiller, Sarılar, Maviler, Bakırlar, Beyazlar, Gümüşler ve en son da Altınlar. Her rengin bir görevi var ve hiçbir renk kendilerine belirlenmiş hayattan başkasını yaşayamaz. Peki ya biri “daha fazlası için” yaşamak isterse? Toplum’un ona çizdiği sınırların dışına çıkmak isterse? Böylece de Altınların en büyük korkularından biri doğuyor: Ares’in Oğulları.

“Hala savaşıyoruz. Ancak ölenlerin intikamı için savaşmıyoruz. Birbirimiz için savaşıyoruz. Yaşayanlar için savaşıyoruz. Henüz doğmamış olanlar için savaşıyoruz.”

                Ares’in Oğulları, sadece özgürlüklerini istedikleri ve köle olmaktan bıktıkları için Altınların gözünde bir terörist örgütü olan bir grup reformcu. İyi kalpli bir adamın hayallerinden doğmuş ve yüzlerce insanın özgürlük arzusuyla alevlenmiş bir fikir Ares’in Oğulları. Ana karakterimiz olan Darrow da daha fazlası için yaşamak isteyen karısı Eo yüzünden bu fikrin merkezine çekiliyor.
                Heyecanı kaçırmamak için daha ilerdeki olaylardan çok fazla bahsetmek istemiyorum, o yüzden tekrardan dönüp Pierce Brown’ın yarattığı dünyaya bakalım. Her ne kadar distopik bir dünyada geçen bir bilim kurgu romanı olsa da Kızıl Yükseliş’in dünyası şu an içinde bulunduğumuz dünyaya bazı açılardan çok benziyor.
 Dünyayı güçlüler yönetse de, güçlülerin içinden çıkacak bir zayıf bütün Toplum’u çökertebilir. Burada da Altınların gelenekleri ve okulları devreye giriyor. 16 yaşına bastıklarında girdikleri bir sınavla sadece ailelerin en güçlüleri olduğuna inanılan 1200 çocuk birden “Enstitü” adını verdikleri bir okula gidiyor. Enstitü hayatları boyunca peşlerinde hizmetkârlar koşturmuş olan ve çay partileri ve kitaplardan başka bir şey bilmeyen çocuklara gerçek hayatı öğretmek üzerine tasarlanmış bir okul.

“Siz yara izi taşımayan çocuklar, hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz. Siz acıyı bilmiyorsunuz. Atalarınızın sizi bu seviyeye çıkarmak için neleri feda ettiğini bilmiyorsunuz. Ama yakında öğreneceksiniz. Yakında size neden Altınların insanoğluna hükmettiğini öğreteceğiz. Ve size söz veriyorum ki aranızda sadece güce sahip olabilenler hayatta kalacak.”

Enstitü asıl hikâyeye sadece bir giriş olsa da üçlemeyle ilgili en sevdiğim kısımlardan bir tanesi. Çünkü hikaye boyunca gördüğümüz bütün ilişkilerin temeli Enstitü’de atılıyor. Karakterlerin arasındaki bağlar burada oluşuyor ve karakterler burada dostluğu, sevgiyi, ihaneti, nefreti, kini ve sadakati öğreniyorlar. Daha henüz 16 yaşında olmanın verdiği bir saflıkla birbirleri için yaptıkları fedakârlıklar daha sonraki kitaplarda daha da önemli hale geliyor.
                Sadede gelmek gerekirse Pierce Brown şu ana kadar okuduğum en güzel ve en orijinal kurgusal evrenlerden bir tanesini kurmuş. Her kitap birbirinden de heyecanlı bir şekilde bitiyor ve 3. Kitabın sonuna geldiğinizde içinizi garip bir sıcaklık kaplıyor. Bitirdiğinizde her karakterle ayrı bir şekilde bağlanmış oluyorsunuz ve bir parçanız hala yolculuk boyunca daha fazlası için yaşamak hayaliyle ölenlerin yasını tutuyor. Kızıl İsyan insanlığın başlangıcından beri hepimizin bir parçası olan özgürlük isteğinden doğan bir hikaye. Tarih boyunca çıkan köle ayaklanmalarının hepsini temsil eden bir hikaye. Bilim kurgu ve fantastik kurguyu birleştiren bu üçlemeye bir şans vermezseniz birkaç şey kaybedebilirsiniz.

Zincirleri kırın.

1 yorum: