“Gözün güneşe varsın, ruhun rüzgâra… Rengârenksin tek
bir rengin içinde, hem de tüm parlaklığınla.”
Bu yazıya başlamadan önce ufak bir uyarı yapmak istiyorum.
Eğer duygusal biriyseniz şimdi konuşacağımız hikâye kalbinizi kırabilir. Ben
kitaplar konusunda hep duygusal biri olmuşumdur ve bu hikaye ilk okuduğumda bir
süre boyunca zihnimi meşgul etmişti. Bir sebepten dolayı bende özel bir yeri
olan bu kitabı ne zaman tekrardan elime alsam ya da üzerine düşünsem hala
içimde bir burukluk hissederim.
İlk bakışta klişe bir gençlik romanı gibi görünen Hayatın
Kıyısında, okuyucularının çoğunda büyüleyici bir etki bırakmayı başarıyor. Bir
gençlik romanı olduğu doğru, yani size hitap etmeyebilir. Ama özellikle kendi
yaş grubumun ilgisini çekebilecek bir hikaye olduğunu düşünüyorum.
Kitabın arka kapağını çevirdiğinizde dikkatinizi çeken ilk
şeylerden bir tanesi “Yaşamayı
ölmek isteyen bir çocuktan öğrenen bir kızın hikayesi.” cümlesi oluyor.
Ana karakterlerimiz olan Violet ve Finch, okullarının çan kulesinin
tepesindeyken tanışıyorlar. Birbirlerinin hayatlarını kurtarıyorlar desek
yeridir. Violet’ı ablasının trajik ölümünden sonra içine kapanıp sevdiği çoğu
şeyi yapmaktan vazgeçmiş biri olarak tanıyoruz. Finch’se adlandıramadığı bir
hastalıktan mustarip. Hastalık deyince aklımıza genelde fiziksel engeller gelse
de Finch’in hastalığı tamamen zihninden kaynaklanıyor. Kitabın başında “Uyku”
ve “Uyanıklık” diye iki kavramdan bahsediyor. Uyku’yu herhangi
birine tanımlamayı biraz zor bulsa da bu kavramı ifade etmek için şu cümleleri
kullanıyor:
“Benim kayış yine koptu. Bilincim kapandı. Bir an
başım dönüyordu. Derken beynim, yere yatmaya çalışan romatizmalı köpek gibi
dönmeye başladı. Sonra şalterleri kapadım ve uykuya daldım. Ama öyle bildiğiniz
gibi bir uyku değil. Upuzun, karanlık, rüyasız bir uyku hayal edin; işte öyle.”
En büyük korkusu Uyku’ya dalmak olduğu için Uyanık’ken
sınırlarını sonuna kadar zorluyor ki tekrar karanlığa dalmasın. Finch’le böyle
bir durumdayken; okulun çan kulesinin tepesinde, Uyku’ya dalmamak için atlamayı
düşünürken tanışıyoruz.
“Daha yeni uyanıp kendime geldiğimi düşünürsek ölüm
değil de ‘hayat’ dememi bekleyebilirdiniz. Ancak ölüm, yalnızca uyanık olduğum
zamanlarda aklıma geliyordu.”
Birbirlerinden
çok ayrı dünyalarda yaşayan bu ikili coğrafya dersinde bir projede eşleşiyorlar
ve hikayenin en sevdiğim kısmı burada başlıyor. Bu noktadan sonra Finch ve
Violet’ın yaşadıkları kasabaya ve içinde oldukları dünyaya karşı olan bakış
açılarını görmeye başlıyoruz ki bu kitabı sevme nedenlerim arasında başlarda
geliyor. Theodore Finch’in düşünceleri o kadar güzel ki gerçek biri olduğuna
inanmak istiyorsunuz. Finch çoğu şeyde diğer insanların görmediği güzellikleri
görüyor ve her şeyin iyi bir yanı olduğuna inanıyor.
“Burası hayatımda gördüğüm en çirkin yer.”
“Önceden bana da öyle gelirdi. Sonra, bazıları için
buranın gerçekten de güzel bir yer olması gerektiğini fark ettim. Yani öyle
olsa gerek çünkü Indiana’da onca insan yaşıyor ve hepsi de buranın çirkin
olduğunu düşünemez.”
Finch, sıra dışı tarzı ve olağanüstü bakış açısıyla Violet’ı
hayatının kötü bir noktasından alıp gerçekten mutlu olduğu bir noktaya çıkarıyor.
Bu
kitap aynı zamanda hayatımın okula gidip gelmekten ibaret olan bir monotonlukta
olduğunu fark etmemi de sağladı. Bir süre sonra içim yeni şeyler görme, yeni
yerler gezme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. “Günleri değil, anları
hatırlarız.” demiş Cesare Pavese. Bu hikaye bana hatırlamak için daha
fazla anım olmasını istediğimi fark ettirdi. Ve bunun üzerine yazın gezerek
geçirdiğim iki hafta kendimi çok rahatlamış ve mutlu hissetmemi sağladı.
“Yeterince dikkatli bakarsak dünyadaki güzellikleri görebileceğimizi
öğrendim. Ben de dahil, herkesin illa hayal kırıklığı yaratmak zorunda
olmadığını ve doğru insanın yanında duruyorsan bir tümseğin bile yüksekte
hissettirebileceğini öğrendim.”

Orijinalini okuduğum halde kitabın orijinal dili ve
çevrilmiş hali arasında benim okurken fark etmediğim ufak bir fark var. Fark
etmememin sebebi bu farkın hikayenin kendisinde değil, yazarın notu kısmında
olması. Kitap zihinsel hastalıkları da ele aldığı için hem orijinal dilinde hem
de çeviri halinde en sonda “yardım hatları” kısmı var. Orijinal dilinde bu
kısım sayfalarca sürerken çevirisinde yalnızca 5-6 numara var. Bunu kitap
hakkında insanların yorumlarını okurken birinin “Bu tür konularda daha bilinçli
olmamamız üzücü.” dediğini gördüğümde fark etmiştim.
İşlediği bazı konular açısından zor bir dönemdeyseniz sizi
çok iyi etkilemeyecek olsa da içinizi ısıtacak duygusal bir hikaye arıyorsanız
bakmanızı önerdiğim bir hikaye Hayatın Kıyısında.
“Artık köklerim yoktu ama baştan sona altındım,
akıyordum, içimde binlerce kudretin yükseldiğini duyuyordum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder