Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

3 Mart 2019 Pazar

Hayatın Kıyısında


“Gözün güneşe varsın, ruhun rüzgâra… Rengârenksin tek bir rengin içinde, hem de tüm parlaklığınla.”

Bu yazıya başlamadan önce ufak bir uyarı yapmak istiyorum. Eğer duygusal biriyseniz şimdi konuşacağımız hikâye kalbinizi kırabilir. Ben kitaplar konusunda hep duygusal biri olmuşumdur ve bu hikaye ilk okuduğumda bir süre boyunca zihnimi meşgul etmişti. Bir sebepten dolayı bende özel bir yeri olan bu kitabı ne zaman tekrardan elime alsam ya da üzerine düşünsem hala içimde bir burukluk hissederim.
İlk bakışta klişe bir gençlik romanı gibi görünen Hayatın Kıyısında, okuyucularının çoğunda büyüleyici bir etki bırakmayı başarıyor. Bir gençlik romanı olduğu doğru, yani size hitap etmeyebilir. Ama özellikle kendi yaş grubumun ilgisini çekebilecek bir hikaye olduğunu düşünüyorum.
Kitabın arka kapağını çevirdiğinizde dikkatinizi çeken ilk şeylerden bir tanesi  “Yaşamayı ölmek isteyen bir çocuktan öğrenen bir kızın hikayesi.” cümlesi oluyor. Ana karakterlerimiz olan Violet ve Finch, okullarının çan kulesinin tepesindeyken tanışıyorlar. Birbirlerinin hayatlarını kurtarıyorlar desek yeridir. Violet’ı ablasının trajik ölümünden sonra içine kapanıp sevdiği çoğu şeyi yapmaktan vazgeçmiş biri olarak tanıyoruz. Finch’se adlandıramadığı bir hastalıktan mustarip. Hastalık deyince aklımıza genelde fiziksel engeller gelse de Finch’in hastalığı tamamen zihninden kaynaklanıyor. Kitabın başında “Uyku” ve “Uyanıklık” diye iki kavramdan bahsediyor. Uyku’yu herhangi birine tanımlamayı biraz zor bulsa da bu kavramı ifade etmek için şu cümleleri kullanıyor:

“Benim kayış yine koptu. Bilincim kapandı. Bir an başım dönüyordu. Derken beynim, yere yatmaya çalışan romatizmalı köpek gibi dönmeye başladı. Sonra şalterleri kapadım ve uykuya daldım. Ama öyle bildiğiniz gibi bir uyku değil. Upuzun, karanlık, rüyasız bir uyku hayal edin; işte öyle.”

En büyük korkusu Uyku’ya dalmak olduğu için Uyanık’ken sınırlarını sonuna kadar zorluyor ki tekrar karanlığa dalmasın. Finch’le böyle bir durumdayken; okulun çan kulesinin tepesinde, Uyku’ya dalmamak için atlamayı düşünürken tanışıyoruz.

“Daha yeni uyanıp kendime geldiğimi düşünürsek ölüm değil de ‘hayat’ dememi bekleyebilirdiniz. Ancak ölüm, yalnızca uyanık olduğum zamanlarda aklıma geliyordu.”

                Birbirlerinden çok ayrı dünyalarda yaşayan bu ikili coğrafya dersinde bir projede eşleşiyorlar ve hikayenin en sevdiğim kısmı burada başlıyor. Bu noktadan sonra Finch ve Violet’ın yaşadıkları kasabaya ve içinde oldukları dünyaya karşı olan bakış açılarını görmeye başlıyoruz ki bu kitabı sevme nedenlerim arasında başlarda geliyor. Theodore Finch’in düşünceleri o kadar güzel ki gerçek biri olduğuna inanmak istiyorsunuz. Finch çoğu şeyde diğer insanların görmediği güzellikleri görüyor ve her şeyin iyi bir yanı olduğuna inanıyor.

“Burası hayatımda gördüğüm en çirkin yer.”
“Önceden bana da öyle gelirdi. Sonra, bazıları için buranın gerçekten de güzel bir yer olması gerektiğini fark ettim. Yani öyle olsa gerek çünkü Indiana’da onca insan yaşıyor ve hepsi de buranın çirkin olduğunu düşünemez.”

Finch, sıra dışı tarzı ve olağanüstü bakış açısıyla Violet’ı hayatının kötü bir noktasından alıp gerçekten mutlu olduğu bir noktaya çıkarıyor.
                Bu kitap aynı zamanda hayatımın okula gidip gelmekten ibaret olan bir monotonlukta olduğunu fark etmemi de sağladı. Bir süre sonra içim yeni şeyler görme, yeni yerler gezme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. “Günleri değil, anları hatırlarız.” demiş Cesare Pavese. Bu hikaye bana hatırlamak için daha fazla anım olmasını istediğimi fark ettirdi. Ve bunun üzerine yazın gezerek geçirdiğim iki hafta kendimi çok rahatlamış ve mutlu hissetmemi sağladı.

“Yeterince dikkatli bakarsak dünyadaki güzellikleri görebileceğimizi öğrendim. Ben de dahil, herkesin illa hayal kırıklığı yaratmak zorunda olmadığını ve doğru insanın yanında duruyorsan bir tümseğin bile yüksekte hissettirebileceğini öğrendim.”

                Yazarının hayatındaki bir kişilikten esinlenilmiş olan bu hikayenin şimdi bir de yapım aşamasında filmi var. Birkaç yıldır çekilmeye çalışılan film sonunda bu yıl belli olan oyuncu kadrosuyla çekilmeye başlandı. Netflix’in çektiği filmde Violet rolünde Elle Fanning, Finch rolünde de Justice Smith var. Yapım aşamasında olan film kitabın hem yabancı hem de Türk hayranlarını büyük bir heyecana sokuyor. Filme dönüşüp daha büyük bir kitleye yayılacak olması beni mutlu ediyor çünkü bu hikayenin başka bir ilginç yanı da kimse hakkında nötr hissetmiyor. Okuyanlar ya hikayeyi çok beğeniyor ya da sevmiyor.
Orijinalini okuduğum halde kitabın orijinal dili ve çevrilmiş hali arasında benim okurken fark etmediğim ufak bir fark var. Fark etmememin sebebi bu farkın hikayenin kendisinde değil, yazarın notu kısmında olması. Kitap zihinsel hastalıkları da ele aldığı için hem orijinal dilinde hem de çeviri halinde en sonda “yardım hatları” kısmı var. Orijinal dilinde bu kısım sayfalarca sürerken çevirisinde yalnızca 5-6 numara var. Bunu kitap hakkında insanların yorumlarını okurken birinin “Bu tür konularda daha bilinçli olmamamız üzücü.” dediğini gördüğümde fark etmiştim.
İşlediği bazı konular açısından zor bir dönemdeyseniz sizi çok iyi etkilemeyecek olsa da içinizi ısıtacak duygusal bir hikaye arıyorsanız bakmanızı önerdiğim bir hikaye Hayatın Kıyısında.

“Artık köklerim yoktu ama baştan sona altındım, akıyordum, içimde binlerce kudretin yükseldiğini duyuyordum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder