Sanki biri beyninizdeki bir ampulü yakmış gibi bir anda
aklınıza güzel fikirlerin geldiği oluyor mu? Belki patates kızartması ve reçel
birleşimin güzel olacağını fark etmişsinizdir, belki Tabu’da bir kelimeyi
anlatmanın kolay yolunu bulmuşsunuzdur, belki de kendinize ait koca bir dünya
yaratmanın temellerini atmışsınızdır. 9. Sınıfın 2. döneminde, gece 1’de
kafamın içinde büyülü bir dünyayla ilgili birden çok ampul yandığında ben de
aynen böyle hissettim.
Yanlış hatırlamıyorsam sakatlandığım için evde kalıp çok
fazla televizyon izlediğim bir dönemdi. Beynimdeki ampulleri yakan en büyük
etken de sakatken yaklaşık 3 sezonunu bitirdiğim Merlin adındaki
diziydi. Dünyam bir açıdan Merlin’in dünyasına benziyor. İklimini, çağını örnek
aldığım yer Merlin oldu. Şimdi biraz da dünyamı ve karakterlerimi tanıtayım:
Tek bir evrenimiz yok. Hikayenin temelini çoklu evrenler
oluşturuyor ama bizim odaklanacağımız 2 evren var. Biri ana karakterlerin
içinde bulunduğu evren, diğeri de dünya üzerindeki bütün kötülüklerin kaynağı
olduğuna inanılan evren. Pandora’nın kutusu diyebiliriz bu evrene.
Asıl evrenimiz orta çağ temasında ve bir sürü farklı
krallıklardan oluşuyor. Bizim krallığımızın biri kraliyet ailesi olmak üzere 6
farklı hanedanlığı var. Bu hanelerin bazıları bizim için önemli roller
oynayacak ama bunu hikayede yavaş yavaş göreceğiz.
Hikayede göreceğiniz karakterlerden
ikisini tanıtarak devam edelim: Edwin ve Ellie.
İsimlerinin neden bu şekilde olduğu çoğu insandan aldığım
bir soru. Başlarda yapmaya çalıştığım şey kendime özgü evrenimin kendine özgü
isimleri olmasını sağlamaktı. Çok fazla kültüre hakim değilseniz ilginç ve
duyulmamış isimler seçmek zorlayıcı olabiliyor.
Karakterlerin kendisine gelirsek Ellie demin bahsettiğim 6
hanedandan bir tanesinin genç prensesiyken Edwin doğduğundan beri Ellie ve
ailesinin etrafında büyümüş olan bir hizmetkarın oğlu. Aile mesleğini devralan
Edwin şu an Ellie için çalışsa da eskiden çok iyi arkadaş olan ikili şu an
birbirlerine çok fazla tahammül edemiyor.
Lafı daha fazla uzatmadan hikayeye girelim.
GİRİŞ
“Bugün dışarıda çalışmaya karar verdim. Kitapları peşimden
getir.” Dedi Ellie masanın üzerindeki kitap yığınını işaret edip yüzünde muzip
bir gülüşle odadan çıkarken. Edwin önünde duran yarım düzine kitaba baktı.
Hepsi de çok kalındı. Aynı anda ikiden fazlasını taşıması mümkün değildi.
Harika. Nasıl taşıyacağım bunları şimdi?
Merdivenlerden Ellie’nin sesi yankılandı,
“Çabuk ol! Bütün gün bekleyemem!”
Edwin oflayarak kitapların bir kısmını kucağına aldı.
Hepsini götürebilmek için birkaç defa odaya geri dönmesi gerekecekti. Sinirli
bir şekilde iç çekip elindeki kitaplarla beraber odadan çıktı. Merdivenlerden
aşağı koşup bir ağacın altında oturan Ellie’nin yanına geldi. Ellie kitapları
süzdü,
“Geri kalanı nerede?” Her zamanki gibi bu sorunun tek amacı
Edwin’in sinirlerini bozmaktı.
“Neden kendin taşımıyorsun?” Kitapları Ellie’nin önüne
fırlattı.
“Seni bu yüzden etrafta tutuyorum ya… Hadi, diğerlerini de
getir!”
Ellie, Edwin’in gidişini sırıtarak izlerken getirdiği
kitaplardan birini açıp arkasına yaslandı. Aslında çalışmak istediği falan
yoktu. Dışarı çıkıp gezmek istiyordu. Haftalardır ormana çıkmamıştı ve bir
defalığına da olsa tek başına ormana inebilseydi kendini çok daha iyi
hissedecekti. Ona en çok huzur veren şeylerden biri doğada olmaktı. İçinde bir
şey ona yaptığı her şeyi bırakıp ormana koşmasını söylüyordu.
Ama şimdi olmaz… dedi Ellie kendi kendine,
kucağında kitaplarla geri dönen Edwin’i izlerken. Kitapların yarısını yere
düşürüp tekrar toplamak için eğilen Edwin’e bakıp sırıttı. Boyu her ne kadar
uzun olsa da pek güçlü olduğu söylenemezdi. Etraftaki çoğu kişiye göre çok
cılız biriydi ama siyah dağınık saçları ve çarpık gülümsemesiyle bunu telafi
ediyordu. Bir de ara sıra ortaya çıkan hafif bir gamzesi vardı. Gerçi Ellie uzun
zamandır ne gamzesini ne de çarpık gülümsemesini görüyordu. Edwin uzun zaman
önce Ellie’ye eskiden olduğu gibi gülmeyi bırakmıştı.
Işıldayan mavi gözler ve çıldırtıcı bir gülüş…
diye düşündü Ellie. Bunu yıllardır görmemişti. Edwin bir anda garip davranmaya
başladığından beri…
İsteksizce
Edwin’in bıraktığı kitapları önüne çekti. İsterse Edwin’e onu yalnız
bırakmasını söyleyebilir ve önündeki kitapları kapatıp ormanın içine
kaçabilirdi. Bir anda ürperdi. Edwin’den başka birinin daha onu izlediğini
hissetti. Gözü pencereye kaydı ve gölgelerin içinden onu izleyen annesini
gördü.
Her zamanki gibi… diye geçirdi içinden.
“Özgürlük” kavramı annesinin sert bakışları altında eriyip bütün anlamını
yitirmişti sanki. Geriye kalan tek şey önündeki tozlu kitaplar ve saçlarının
arasından hafifçe esen rüzgârdı.