Çizgili Pijamalı Çocuk beni çok etkileyen, birçok yönden
beni aydınlatan ve birçok şeye bakış açımı değiştirmemi sağlayan bir kitap.
Kitabı erken yaşlarda okumamla bu kadar çok ilgimi çeken tarihin karanlık
yanlarıyla ilk defa tanışmış oldum. Çizgili Pijamalı Çocuk aynı zamanda bana
ilk defa bütün hikâyelerin mutlu sonla bitmediğini gösteren kitap oldu. Bir
hafta boyu etkisinden çıkamadığım kitap aynı zamanda beni şu an en sevdiğim iki
yazardan biri olan John Boyne’la tanıştırdı. Eğer bir kitabın kalbinizi
kırmasını istiyorsanız bu konuda John Boyne’un kitaplarına güvenebilirsiniz.
Şu ana
kadar okumadıysanız Çizgili Pijamalı Çocuk kesinlikle okumanız gereken bir
kitap. Dostluk kavramını çok iyi yansıtmasının yanında savaşa ve getirdiklerine
çok daha farklı bir bakış açısından bakmanızı sağlıyor. Kitabı okuduğumda ana
karakterimiz olan Bruno’yla aynı yaştaydım ve direkt olarak savaşa vurgu
yapmasa bile savaşın insanlara olan etkilerini kendi yaşımdaki bir çocuğun
gözünden gördüm. Tarih küçüklükten beri ilgimi çekse bile o zamana kadar hiç
savaşlara yönelmemiştim hatta bu kitabın biraz kafamı karıştırmasını sağlamıştı.
Haliyle dördüncü sınıfta 2. Dünya Savaşı Almanyası’yla ilgili pek bilgim
olmadığı için kitabın sonu benim için birileri bana açıklayana kadar biraz
havada kalmıştı. Bu son dokuz yaşındaki beni hem derinden etkilemiş hem de Nazi
Almanyası’na ilgimi çekmeyi başarmıştı. Ne zaman düşünsem gözlerimi dolduran
hikâyesiyle Çizgili Pijamalı Çocuk Hitler Dönemiyle ilgili okuduğum ilk kitap
olsa da son olmadı.
Biri
Yahudi, diğeriyse saygın bir Alman askerinin oğlu olan iki çocuğun hikâyesini
anlatan bu kitap benim için tamamen farklı bir dünyaya açılan bir kapı yarattı.
Çizgili Pijamalı Çocuk’tan sonra Kitap Hırsızı, Zirvenin Dibindeki Çocuk ve
Anne Franke’in Hatıra Defteri gibi kitaplarla tanıştım. Hepsi bana farklı bakış
açıları katan ve beni derinden etkileyen kitaplar oldu. Öyle ki Hitler Dönemi
kitaplarda favori konum haline geldi. Bunların arasındaki Zirvenin Dibindeki
Çocuk’sa bana en iyi ve en masum olanın bile içinde bir parça kötülük olduğunu
ve sizi ele geçirmek için fırsat kolladığını öğretti. Kitap savaşta önce ailesini sonra da kendi
benliğini yitiren bir çocuğun hikâyesini anlatıyor.
Bu
kitabı okurken John Boyne’un en sevdiğim yazar haline geldiğini fark ettim
çünkü daha önce hiç bu tür bir şey görmemiş, hissetmemiştim. John Boyne önce
bir karakteri delicesine sevmemi, sonra da ondan iğrenmemi sağlayabilen ilk ve
tek yazar oldu. Kitabın sonunda düşüncelerimi en iyi özetleyen şey Berghof’un
aşçısı olan Emma’nın sorusuydu:
“’Sana ne oldu, Pierrot?’ diye sordu. ‘Buraya ilk geldiğinde
ne kadar tatlı bir çocuktun. Masum insanların ahlaksızlaşması bu kadar kolay
mı?’”
Pierrot “Pieter” Fischer sırf biraz saygı görmek, hatta
saygıdan çok korkulmak için onu kendisi yapan her şeyden vazgeçen bir
karakterdi ve Pierrot’un Yahudi arkadaşıyla hayaller kuran o küçük çocuktan
Hitler’in toplama kampları planlamasına yardım eden bencil ve iğrenç biri olan
Pi
“Dünya iyi insanlar ve Ölüm Yiyenler diye ikiye ayrılmaz,
Harry. Hepimizin içinde hem aydınlık hem de karanlık bir taraf vardır. Önemli
olan hangisini seçtiğimizdir. Bizi biz yapan budur.”
Merakla diğer yorumlarını bekliyorum Kayra'cım...Bu arada Zirvenin Dibindeki Çocuk adlı kitabı okumamıştım.Şimdi sıraya aldım okuma listemde.Teşekkürler ;)
YanıtlaSil