Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

27 Ocak 2018 Cumartesi

Kitap Hırsızı

“Ve bütün bunlar beni bu gece, bugün ya da saat ve renk her neyse, size anlatmaya çalıştığım konuya getiriyor. Bu, sürekli hayatta kalanlardan birinin hikâyesi; geride kalmak konusunda bir uzman.  Aslında diğer birçok şey arasında şunlarla ilgili küçük bir hikâye:
bir kız
kelimeler
bir akordeoncu
birkaç fanatik Alman
bir Yahudi boksör
ve bolca hırsızlık.”

İşte tam da bu noktada tüyleriniz ürpermeye başlıyor ve anlatıcının konuşmayı kesip bir an önce hikayeye geçmesini istiyorsunuz. En azından ben kitabı her okuyuşumda bunları hissediyorum. Kitap Hırsızı hayatınızda okuyabileceğiniz en iyi kitaplardan birisi diyebilirim. Kitabın en güzel kısımlarından biri Liesel’in başından geçen her şeye karşı kitaplara sığınması.
                 Kitap Liesel ve kardeşi yeni ailelerine gönderilirken kardeşinin ölmesiyle başlıyor. Liesel’in burada mezar kazıcılarından çaldığı kitap ufak bir ayrıntı gibi görünse de bütün hikâyeyi yaratan şey aslında. Asıl önemli ve değişiklik yaratan kararlar anlık kararlardır ve Liesel o kitabı almayı seçtiği zaman bu bütün hikâyenin gidişatını etkiliyor.
Hikaye Liesel’in çalıntı kitabıyla beraber Himmel Sokağı’na gelmesi ve yeni ailesiyle yaşamaya başlamasıyla devam ediyor. Hikayenin önemli kısmı tam olarak burada başlıyor çünkü burada tanıştığımız karakterlerin hepsi Liesel’in hayatında çok büyük bir önem taşıyor. Kitabın en iyi kısımlarından biri de karakterlerin bu kadar iyi kurgulanmış olması. Hayalperestliği ve umudu sayesinde favori karakterim haline gelen sevimli komşu çocuğu Rudy Steiner ‘la arkadaş oluyor ve aralarında kopartılamaz bir bağ kuruluyor. kitap boyunca kendinizi gıcık olmaya alıştırdığınız Rosa’nın aslında her şeyi Liesel, Max ve Hans’ın iyiliği için yaptığını görüyorsunuz ve bu karakteri içten içe sevmeye başlıyorsunuz. Rosa, kötü biri gibi davrandığı zamanlarda bile çok eğlenceli bir karakter çünkü diğerlerine olan davranışları istemsizce de olsa sizi güldürebiliyor. İyi yanını gördüğünüzdeyse; “Vay be Rosa Hubermann o sertlikten bu hallere düşecek biri miydi?” diyebiliyorsunuz. Kitabın en eğlenceli ve en gerçekçi karakterlerinden biri olmasıyla ikinci favori karakterim olabilir Rosa.  
Başka bir karaktere ya da karakterler arası ilişkiye gelirsek Hans Hubermann kitap boyu kalbinizi ısıtan ve daha iyi bir hayatı hak ediyordu dediğiniz bir karakter. Özellikle Liesel ve Hans’ın ilişkisi kitabın içinde geçtiği ortam yüzünden okuyucuda oluşan bütün olumsuz düşünceleri ve kötü hisleri mutlulukla değiştirebilen bir ilişki. Kan bağları olmasa bile görüp görebileceğiniz en iyi baba-kız ilişkisi. Bir süre sonra bu ilişki karmaşıklaşıyor çünkü bir yandan başından geçen olayları takip ettiğimiz Max de Hubermann ailesine katılıyor ve Hans için bir oğul, Liesel içinse bir abi modeli oluyor.
Aslında kitabın kapağına baktığınızda düşündüklerinizin aksine kitap Hitler veya 2. Dünya Savaşı’yla ilgili değil. Kitabın asıl anlattığı şey dostluk kavramı.  Hitler Gençliği’nin bir parçası olan ve “iyi bir Alman vatandaşı” olarak yetiştirilen bir kız ve askerlerden kaçan bir Yahudi’nin bütün farklılıklara rağmen nasıl arkadaş olabileceklerini anlatıyor kitap.


Kitap bazı yerlerde olacak şeyler, özellikle ölecek kişiler için ipuçları veriyor ama yine de ölümlerini gördüğünüzde üzülmeden edemiyorsunuz. Birkaç kişinin ölmesini beklemiştim, öleceğini bildiklerim de vardı ama kesinlikle herkesin ölmesini beklememiştim. Kitabı benim için vazgeçilmez yapan şeylerden biri de bu oldu zaten. Liesel’in kaybettiği her şeyden sonra mutluluğu bulduğu yuvasını da kaybetmesi okuyucu için son darbeydi ve kitabın en etkileyici kısmıydı. Özellikle sonuyla beni kendine bağlayan bu kitap okuduğum en iyi kitaplardan bir tanesi. 

12 Ocak 2018 Cuma

Kürk Mantolu Madonna

Aslına bakarsanız biraz da blog adım yüzünden tanıtmak istediğim ilk kitap Kitap Hırsızı’ydı; ama geçtiğimiz haftalarda okulda yaptığımız etkinliği de anlatmadan duramayacağım. Kitaplarla ilgili bir atölye çalışmasıydı bu etkinlik. Seçilen belli bir kitabın üzerine konuşulacak, ana karakterler canlandırılarak bir sürü farklı şey yapılacaktı. Seçilen kitap da Kürk Mantolu Madonna’ydı. Adını eminim hepiniz duymuşsunuzdur. Okumadan önce benim de çok duyduğum ama okumayı aklımdan geçirmediğim bir kitaptı. Bu konuya biraz daha sonra değineceğim ama.
                Yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri okuduğum kitaplar hakkında insanlarla konuşmaktır. Ama etrafımdaki insanların çoğu bu zamana kadar neredeyse hiç kitap okumayan insanlar olduğu için bunu yapma fırsatım pek olmamıştı, sadece annemle tartışabiliyordum kitapları, bazen biraz da ablamla. Ama neredeyse hiçbir zaman kendi yaşıtım olan insanlarla kitaplar hakkında konuşma şansını bulamadım ki bu da uzun bir süreliğine çok üzüldüğüm şeylerden biridir. Okulda yaptığımız bu atölye çalışması sayesinde böyle bir şey yapmaya fırsat bulacağımı öğrenince çok heyecanlanmıştım ilk başta. Tabii seçilen kitap bu heyecanımı biraz götürdü.
                Yukarıda da dediğim gibi adını çok fazla duyduğum ama hiçbir zaman okumayı planlamadığım bir kitaptı Kürk Mantolu Madonna. Belki de biraz yaşımdan dolayı yetişkin kitapları sayılabilecek türden olan kitaplara o kadar sıcak bakmıyordum, biraz da yazın okuduğum ve ağır gelen Dostoyevski gibi bir şey olacağını düşünmem bende büyük bir önyargı yarattı bu kitapla ilgili. En çok pişman olduğum şeylerden biriyse bu önyargımdı aslında. Kitaba başlarken sahip olduğum bütün bu önyargıya rağmen bu kitap o kadar iyi bir kitaptı ki bütün fikrimi değiştirdi ve en çok etkilendiğim kitaplardan biri listesine girmeye bile hak kazandı.         
                Okurken en çok dikkatimi çeken şeylerden biri karakterlerin özellikleriydi. Özellikle yaptığımız etkinlikte de gözüme en çok batan kısım buydu. Bence karakterler üzerine iyice düşünülmüş derin karakterlerdi. Çoğunluğumuzun yaptığı gibi iki saniyelik düşünme ve “Hemen bir şey söyleyeyim de bu tur boş kalmasın” düşüncesiyle kişiliği ortaya çıkartılacak türden karakterler değillerdi.  Bence insanlar Raif Efendi’yi olduğundan daha kötü, Maria Puder’i ise olduğundan iyi gösterdiler bu etkinlikte. Aslında Maria için iyi gösterilmekten ziyade anlaşılamayan bir karakter diyebiliriz bence. Çünkü herkes bir özellik söylerken fark ettim ki tahtaya yazdığımız özelliklerin hiçbiri Maria’ya ait olan özellikler değildi ve hiç kimse Maria’yı olduğu gibi tanımlayamadı. Belki bu kadar iyi biliyorsan sen tanımlasaydın diyeceksiniz ama Maria bence o kadar ilginç bir karakterdi ki kişilik özelliklerini anlatmaya yarayacak kelimeleri seçemiyorsunuz bile. Baktığınızda bir terslik olduğunu hissediyorsunuz ama bunu düzeltmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Bu olaydan sonra da uzun bir süre boyunca bu karakterleri tanımlayacak sözcükleri düşündüm ama tam olarak oturan hiçbir şey bulamadım.

              
          Raif Efendi’ye gelirsek… Bu karakterle ilgili en çok üzüldüğüm şey çok iyi bir geleceği olabilecekken ufacık bir olayın hayatını mahvetmesine izin vermiş ve kendini bir sürü şeyden mahrum etmiş bir karakter olması.