Hırsızın Çaldıkları

"Aslında kitabın neyle ilgili olduğu önemsizdi. Asıl önemli olan, taşıdığı anlamdı..."
KitapHırsızı/Markus Zusak

17 Şubat 2018 Cumartesi

Zamanın içinde akıp giden yıl sayısı kadar ismim var benim! diye kükredi canavar. Avcı Herne’yim ben! Cernunos’um! Ölümsüz Yeşil Adam’ım! Kocaman bir kol hızla aşağıya indi ve Conor’ı kavrayıp havaya kaldırdı; rüzgar çevrelerinde dönüp duruyor, canavarın yapraksı tenini hışımla kabartıyordu. Ben kim miyim? Diye kükredi canavar bir kez daha. Dağların tutunduğu omurgayım ben! Nehirlerin döktüğü gözyaşlarıyım! Rüzgarı soluyan akciğerlerim! Geyiği öldüren kurt, fareyi öldüren şahin, sineği öldüren örümceğim! Ölen geyik, fare ve sineğim! Bu dünyanın kendi kuyruğunu yiyen yılanıyım! Evcilleştirilmemiş ve evcilleştirilemez her şeyim! Conor’ı gözlerinden birine yaklaştırdı. Ben vahşi doğayım, Conor O’Malley ve senin için geldim.

         Canavar gece yarısından hemen sonra çıktı ortaya, tesadüfen ben de kitabı okumayı bitirdiğimde saat tam kitapta bahsedildiği gibi 12.07’ydi. Bu küçük tesadüf çok hoşuma gitmişti, hikâye gerçekmiş gibi hissetmemi sağlamıştı. Ama okuduğum başka şeylerden de deneyimlediğim kadarıyla hikâyenin gerçek olması her zaman o kadar da güzel olmuyor. Özellikle de bunun gibi üzücü bir hikâyeyse.
Canavarın Çağrısı, annesi kanser tedavisi gören on üç yaşındaki Conor’ın yaşadığı karanlığın öyküsü. Hikâye Conor’ın uzun zamandır sürekli gördüğü kâbusuyla başlıyor ve bu kâbus hikâye boyunca gizemini korumaya devam ediyor.
“Bir kez daha durakladı canavar.
Gerçekten de korkmuyorsun, değil mi?
‘Hayır,’ dedi Conor. ‘Korktuğum şeyler var, ama sen onlardan biri değilsin.’
Canavar gözlerini kıstı.
Olacağım, dedi. Seninle işim bittiğinde onlardan biri olacağım.
Conor’ın hatırladığı son şey, canavarın onu canlı canlı yemek için kükreyerek ağzını açması oldu.”

Bu canavarın son gelişi olmuyor. Sonraki akşamlarda Conor’ı tekrar ziyaret ediyor ve ona asıl gelme sebebini söylüyor: Ona hikâyeler anlatmak. Kendi anlatacağı hikayeler bittikten sonra da Conor’dan 4. hikayeyi, kendi hikayesini dinlemek istiyor. Kendi gerçeğini. Canavarın anlattığı hikayeler kitabın içinde ayrı bir kurgu gibi olduğu için kitabın daha da güzelleşmesini sağlıyor. Patrick Ness her defasında olduğu gibi bu kitabında da sizi şaşırtıp hikâyelerinde sol gösterip sağ vuruyor. Bu hikâyeler Conor’a hayatında yol gösteriyorlar ve ne yapıp ne yapmaması gerektiği konusunda yardımcı oluyorlar.
                Annesinin hastaneye kaldırılmasıyla zaten zor olan Conor’ın hayatında her şey daha da zorlaşıyor. Zorbalar Conor’la annesi yüzünden uğraşmaya devam ediyorlar, bunun üzerine bir de en yakın arkadaşıyla kavga eden Conor büyük annesiyle yaşamak zorunda olduğunu öğrendiğinde kendini iyice kötü bir halde buluyor. Yer değiştirdikten sonra canavarın onu bulamayacağını düşünse bile bu canavarı durdurmuyor ve yine saat tam 12.07’de geliyor. Canavar hikâyelerine devam ederken Conor da gerçekten gelme sebebinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Canavar onu Conor’ın çağırdığını söylese de Conor bunu reddediyor.
                Herkes Conor’ın zor bir durumda olduğunu ve rahat bırakılması gerektiğini düşünerek Conor’dan iyice uzaklaşıyor ve Conor görünmez biri haline geliyor. Bu aşamada aslında onun gerçekten önemliymiş gibi hissetmesini sağlayan tek şey ise okulun zorbası Harry ve arkadaşlarının Conor’la uğraşmaya devam etmesi. Harry sonunda Conor’a en çok nasıl zarar verebileceğini anlıyor ve onu daha fazla görmediğini söyleyip diğer herkes gibi Conor’ı görmezden gelmeye başlıyor. Yaşadığı onca şeyden sonra kimsenin görmediği biri olmak ise Conor için bir kırılma noktası.
“ ‘Güle güle O’Malley,’ dedi Harry, Conor’ın gözlerinin içine bakarak. ‘Artık seni görmüyorum.’ Sonra Conor’ın elini bıraktı, arkasını döndü ve oradan uzaklaştı. Anton ve Sully iyice şaşkına dönmüşlerdi, ama hemen sonra onlar da uzaklaştılar. Hiçbiri arkasını dönüp de Conor’a bakmadı.
Yemekhanenin duvarında devasa bir dijital saat asılıydı. Yetmişli yıllarda son teknoloji ürünü olarak alınmış, artık Conor’ın annesinden daha yaşlı olduğu halde bugüne dek değiştirilmemişti. Conor, Harry’nin uzaklaşmasını; arkasına bakmadan, hiçbir şey yapmadan uzaklaşmasını izlerken, Harry saatin altından geçti. Öğle yemeği 11.55’te başlamış, 12.40’da sona ermişti. Şimdiyse saat 12.06’yı gösteriyordu. Az önce duyduğu cümle Conor’ın zihninde yankılandı.
‘Artık seni görmüyorum.’ Harry sözünde duruyor, uzaklaşmaya devam ediyordu.
‘Artık seni görmüyorum.’ Saat 12.07 oldu. Üçüncü hikâyenin zamanı geldi, dedi canavar. Conor’ın arkasından.”
                Bu olaydan sonra büyük annesi Conor’ı alıp hastaneye, annesinin yanına götürüyor ve Conor annesiyle konuşuyor. Hastalığın son aşamada olduğunu ve geriye son bir tedavileri kaldığını, ama pek bir umut olmadığını öğrendiği zaman kendisi dahil herkese sinirlenen Conor hastaneden kaçıyor; ve canavara, evinin karşısındaki mezarlıkta duran porsuk ağacına gidiyor. Canavarı çağırdıysa tek bir sebebi olduğunu ve bunun annesini iyileştirmek olduğunu düşünen Conor bunu canavara da söylüyor ve onu iyileştirmesini istiyor. Ama canavar Conor’a 4. hikayeyi anlatmanın zamanı geldiğini söylüyor ve Conor’ı söylemeye korktuğu gerçeği söylemek zorunda bırakıyor. Böylece de 4. hikaye yaşanıyor.
                İşte tam da bu noktalarda kitabı okurken ben ve filmini izlerken bütün sinema birden ağlamaya başlıyoruz. Kitabın hayatımda okuduğum en etkileyici kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim. Belki de bunun nedeni iki iyi yazar tarafından yazılmış olması: Taslağını çıkartıp yazmak için zaman bulamayan Siobhan Dowd ve taslağı devralıp bunu hak ettiği gibi bir hikayeye dönüştüren Patrick Ness. Aynı anda sayfalarda gördüğünüz çizimler de kitabın etkileyiciliğini arttırıyor ve kitaba karanlık bir hava veriyor. Bu kitapta en çok hoşuma giden şey de canavarın insanlara ve hayata karşı bakış açısı ve Conor’a aslında hissettiği şeylerin normal olduğunu daha önce ayaklandığı zamanların hikayelerini kullanarak açıklamaya çalışması.
Sen çektiğin acının sona ermesini diliyordun, dedi canavar. Kendi acının. Seni artık yalnızlaştırmamasını istiyordun. Bu son derece insancıl bir istek.
‘Böyle olsun istemedim,’ dedi Conor.
İstedin, dedi canavar. Ama aynı zamanda istemedin de.
Conor burnunu çekip, önünde bir duvar gibi durmakta olan yüze baktı. ‘İkisi birden nasıl doğru olabilir ki?’
Çünkü insanoğlu anlaşılması zor bir yaratıktır, dedi canavar. Bir kraliçe nasıl hem kötü hem de iyi bir cadı olabilir? Bir prens nasıl hem bir katil hem de bir kurtarıcı olabilir? Bir ispençiyar nasıl katı kalpli, ama aynı zamanda doğru düşünen biri olabilir? Görünmez adamlar nasıl kendilerini görünür kıldıkları halde daha da yalnızlaşırlar?
                Kitabın daha geçen yıl çıkan filmiyse şu ana kadar izlediğim en iyi kitaptan uyarlama filmdi. En ufak bir detay bile atlanmamıştı, hikâyeler için kullandıkları görseller bile kitaptaki çizimlere benzetilmeye çalışılmıştı ve kitabın anlatmaya çalıştığı şeyler çok iyi yansıtılmıştı. Ayrıca Conor’ı oynayan Lewis MacDougall’ın oyunculuğuysa filme çok fazla şey katmış. Daha iyi bir oyuncu kullanılamazmış Conor için. Daha önce hiç okuduğum bir kitabın sinemaya bu kadar iyi yansıtıldığını görmemiştim.

11 Şubat 2018 Pazar

Kitaplar ve Filmler


Geçenlerde çok sevdiğim kitaplardan biri olan Mucize’nin filmini izledim. Filmden çıktıktan sonra çok heyecanlıydım çünkü beklediğime değen bir filmdi. Şu ana kadar izlediğim kitaptan uyarlama filmlerin çoğundan çok daha iyiydi. En güzel yanı da kitapla neredeyse hiçbir farkının olmamasıydı. Bazı olayların sırası değiştirilmiş ya da bir iki ufak detay çıkartılmış olsa da şu ana kadar izlediğim kitaba en çok bağlı kalan filmlerden bir tanesiydi.

Genellikle bu tür filmler benim için hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. Çoğunlukla nedenleri yönetmenlerin ve senaristlerin kitaba pek bağlı kalmaması oluyor.  Bunlar için verebileceğim çok fazla örnek var. Ama kitaptan uyarlanan filmlerin içinde ilk izlediğim Percy Jackson ve Şimşek Hırsızı olmuştu. Filmi ilk izlediğimde gayet beğenmiştim aslında. Kitapları olduğunu ve ablamın okuduğunu bildiğim halde hiç okumamıştım. Filmin bende bıraktığı etkiyle ertesi gün elime ilk kitabı aldım ve bir günde bitirdim. Birkaç gün sonra hala kitabın etkisindeyken kitapta beni bu kadar heyecanlandıran olayları tekrar yaşamak için filmi tekrar izlemek istedim. Bu defa filmden nefret etmemle sonuçlandı. Daha önce hiç filmi çekilen bir kitabım olmadığından ilk deneyimim Percy Jackson’dı ve ciddi anlamda kitaplardan uyarlanan filmlere şüpheyle yaklaşmama sebep oldu. Bunun nedeni başkarakterlerin yaşlarından tutun kitabın hikâyesine kadar her şeyin değiştirilmiş olmasıydı. Tabii sonradan her filmin bu kadar kötü olmadığını fark ettim. Bazı filmler kitaba hiç bağlı kalmasa da Harry Potter serisi gibi ortalama bir şekilde işlenen filmler de var. Harry Potter da her ne kadar her şeyiyle kitaplara bağlı olmasa da çok iyi uyarlanmış bir seri. Harry Potter serisinin tek sorunuysa kitaplarda herkesin çok sevdiği bir sürü sahnenin çıkartılması ve filme daha çok ana hikâyenin gidişatını etkileyen olayların alınması.

Ne kadar eleştirsem de okuduğum bir kitabın filminin çekileceğini öğrendiğimde heyecanlanıyorum. Çoğu zaman filmlerin fragmanlarının her saniyesini ezberliyorum. Sonunda filmi izleyebildiğimdeyse çok mutlu oluyorum. Bazı konularda hayal kırıklığına uğrasam bile sevdiğim bir şeyin daha büyük bir kitleye yayılması ve onu belki de ilk defa duyan insanlarla beraber hikâyesine tekrar tanık olmak benim için dünyanın en güzel hislerinden bir tanesi. Bu yüzden her ne kadar “Bu, kitapta böyle değildi” şeklinde krizlere girmemi sağlasalar da kitaptan uyarlama filmleri seviyorum. Ama unutmayın ki her zaman kitaplar filmlerden daha iyidir, yani önce okuyun sonra da izleyin.

10 Şubat 2018 Cumartesi

"Her kim kitap çalar ya da ödünç aldığı kitabı geri vermezse, elindeki o kitap zehirli bir yılana dönüşsün. Yılan onu ısırsın ve zehriyle tüm bedenini felç etsin. Acıdan bağırarak merhamet dilensin ama acıları azalmasın ta ki çürüyüp toprak olana kadar. Kitap kurtları iç organlarını kemirsin, hiç ölmeyen leş kurtları gibi. Son yolculuğuna adım attığında ise, cehennem ateşi onu sonsuza değin yutsun.

(Barcelona'daki San Pedro Manastırı Kütüphanesi'nde bulunan bir yazıttan Alberto Manguel tarafından yapılan alıntı.)"               
                                                                       -Mürekkep Yürek, Cornelia Funke